İstanbul’dan mektuplar : Türkiye’de „rüzgar“ neden tersine döndü?
- -Aktualisiert am
Für ihn läuft alles nach Plan: Recep Tayyip Erdogan. Bild: AFP
Malum, Berlin “mali yaptırım” kartını masaya sürünce, Ankara “lütfen”li cümlelere sarılmıştı. Siyasetçilerin ağzında kalan gerilim de „rüzgar gibi“ geçiyor. Mesele bol sıfırlı rüzgar enerjisi ihalesi olunca, ne “Nazi geçmişi”ni hatırlatan kalıyor, ne de insan hakları ve demokrasiyi hatırlayan.
Sevgili Almanyalı okurlar, bir önceki mektubumda size, matematiğin Erdoğan’a nasıl “lütfen” dedirttiğini yazmıştım. Neredeyse her hafta Almanya’ya “Nazi geçmişini” hatırlatan Erdoğan’ın, Berlin yönetiminin “mali yaptırım” tehdidinin ardından bu geçmişe nasıl sünger çektiğini paylaşmıştım. Hatırlamayanlar için kısaca özetleyeyim… Cumhurbaşkanımız, Gabriel’in Türkiye’ye yönelik mali yaptırımları açıklaması üzerine “Lütfen” diye başladığı açıklamasında şunları söylemişti: “Bizler NATO’da beraberiz, AB süreci içinde müzakereci bir devletiz. Dolayısıyla aramızdaki stratejik ortaklık yeni değil. Bu ortaklığa gölge düşürecek bir adım atılmamalıdır.”
Erdoğan’ın nadiren kullandığı “lütfen”li sözlerinden sonra Alman hükümeti “stratejik ortaklığa gölge düşürecek” adımlar atmaktan geri durmadı. Avrupa Birliği’ni de devreye sokarak fonların kesilmesini, Gümrük Birliği güncelleme görüşmelerinin askıya alınmasını istedi. Bu gelişmelere rağmen, “lütfen” ile başlayan olumlu hava, mevsim normallerinin üstüne çıkmaya başladı. Erdoğan’ın Almanya’yı terör destekçisi olarak saymaya devam etmesine takılmayın… Ankara’da “rüzgâr döndü” diyebiliriz. Tuhaf, değil mi? Ekonomik yaptırım tehditleri, Avrupa Birliği’ni devreye sokma girişimlerinden sonra Almanya’ya bakış neden değişti birden? “Rüzgârın” nasıl döndüğünü açıklayacağım. Ama önce içerideki havamızın nasıl olduğunu anlatayım size.
Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı travmanın izleri sürüyor. Darbeye katılanlar mahkemelerde yargılanırken, Ankara’da da o gecenin muhasebesi yapılıyor. Darbenin yönetildiği Akıncılar Üssü’nde yakalanan Gülenci siviller, duruşmalarda kendilerine yöneltilen “Gece yarısı askeri üste ne arıyordunuz?” sorusuna sürreal yanıtlar vermeye devam ediyor. Birçoğu, 15 Temmuz gece yarısı bölgede satın almak için arazi bakmaya gittiğini söylüyor. Kamera kayıtlarında görünen kişinin kendisi olduğunu inkar eden de var, “Hayvan belgeseli çekmek için oralardaydım” diyen de… Darbeyi, Erdoğan’ın eski müttefiki Gülencilerin yönettikleri gitgide netleşirken, “Darbe girişimi neden önceden haber alınamadı?” tartışması da devam ediyor. Daha doğrusu, haber alınmasına rağmen neden ve nasıl engellenemediği tartışılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişimini istihbarat teşkilatı MİT’ten değil, eniştesinden öğrendiğini açıklamıştı. Boğaziçi Köprüsü’nün kapatıldığı 21.45’te Türkiye’de neredeyse herkes bir darbe girişimi olduğunu anlamıştı. Başbakan Binali Yıldırım, geçen hafta verdiği röportajda, o gece 22.30’da ulaşabildiği MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, kendisine darbe ile ilgili hiçbir şey söylemediğini açıkladı. Üstelik, 15 Temmuz günü öğleden sonra saat 14.20’de bir subayın MİT’e giderek darbe girişimi olduğunu ihbar etmiş olmasına rağmen. Vergilerimizle alınan silahlar kendi polisimizi, yurttaşımızı öldürmeye hazırlanırken, MİT Müsteşarı ne yapıyordu dersiniz? Suriyeli muhalif bir lider ve Diyanet İşleri Başkanı Görmez ile birlikte MİT’te yemek yiyordu. O dakikaları bir de Görmez’den dinleyelim.
İktidara çok yakın gazeteci Abdülkadir Selvi’nin geçen hafta piyasaya çıkan kitabındaki bilgilere göre, saat 22.00 gibi cep telefonu çalar Görmez’in. Telefondaki, telaşlı bir sesle arayan eşidir: “İstanbul’dan bir görevlinin eşi aradı. Darbe oluyormuş.” MİT’te yemekte olan Görmez’in eşine verdiği yanıt, 15 Temmuz 2016 gecesine ilişkin çok şey anlatmaktadır: “Ben de bu işi en önce haber alacak bir yerdeyim, onlar öyle bir şey demedi…” O yemeğin yendiği MİT binasına darbeden 7 saat önce gelen binbaşı, tanık sıfatıyla bile darbe duruşmalarına eklenmedi. Hatta, yanlışlıkla bir savcı tarafından ifadeye çağrılamaması için MİT’in kadrolu elemanı yapıldı. Başbakan’ın yazılı izni olmadan MİT görevlileri ifadeye davet edilemediği için...
Darbenin önlenmesinde istihbarat zaafı tartışmasına dair parantezi burada kapatalım. Mektuba başlarken sözünü ettiğim, bol sıfırlı rakamların etkisi ve “rüzgâr değişimi”ni paylaşmalıyım. Baştan söyleyeyim. Rakamların gücünün ne kadar önemli olduğunu bilen sadece Türkiye değil elbette. Bol sıfırlı rakamlar etik kaygıları da, insan hakları gibi değerleri de bir çırpıda önemsiz birer detaya dönüştürebiliyor. Almanya için de. Devam edeyim. Geçen hafta, Türk Enerji Bakanlığı önemli bir ihale yaptı. Dünya devlerinin yanlarına yerli ortaklar alarak girdiği ihaleyi Alman firması kazandı. Siemens’in aldığı milyarlarca Euro'luk kritik ihaledeki yerli ortağı Kalyon adlı şirketti.