İstanbul’dan mektuplar : Deprem değil, kötü yönetim öldürdü
- -Aktualisiert am
Überlebende des Erbebens spenden einander in der türkischen Stadt Hatay Trost. Bild: Reuters/Umit Bektas
Aynı nehirde ikinci kez yıkandık. Aynı denizde yeniden boğulduk. 24 yıl önce yaşadığımız felaketten hiç ama hiç ders almadık. “Bizim büyük çaresizliğimiz”in müsebbibi deprem değil artık. Rant hırsıyla ülkeyi betona boğanlar tarafından, yine göz göre göre ölüme yollandık.
Türkiye, 6 Şubat Pazartesi günü meydana gelen iki depremle tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki deprem, ülkenin güneydoğusunda 10 ili vurdu. Yaklaşık 13 milyon insanın yaşadığı bu illerde, binlerce bina yerle bir oldu. Size bu mektubu yazdığım saatlerde, yaklaşık 7 bin kişinin cansız bedenine ulaşılmıştı. Depremin vurduğu kentlerin havadan çekilen fotoğraflarına bakınca, ölü sayısının maalesef çok kısa bir sürede on binlerce olacağını kestirmek kehanet olmaz. 6 Şubat depremi büyük bir mateme yol açtığı gibi, zaten krizdeki Türkiye ekonomisini de derinden etkileyecek.
Yaşadığımız yıkım, başımıza gelen ilk felaket değildi. Deprem kuşağında olan, birçok fay hattının üzerinde kurulu bir ülkede yaşıyoruz. Bundan 24 yıl önce 7,4 büyüklüğündeki bir depremle sarsılmıştık. 1999’da Türkiye’nin batısında, İstanbul’a komşu bir sanayi kentinde yaşanan depremde; resmi rakamlara göre 17 bin vatandaşımız can vermişti. Bu felaketin ardından Türkiye’de depreme karşı ciddi bir seferberlik başlatılmış, benzer bir depremin daha hafif atlatılması için çeşitli önlemler ilan edilmişti. Bundan böyle bilimin sözü dinlenecek, değiştirilen yasalara uygun binalar yapılacak, her bölgede deprem toplanma alanları belirlenecek, ödeyeceğimiz deprem vergileriyle daha sağlam yerlerde yaşayacaktık. 24 yıl önceki felaketten sonra uzmanların beynimize nakşettiği bir slogan vardı: “Deprem değil, bina öldürür.” Ancak geçen pazartesi yaşadığımız, 1999’dakinden katbekat büyük depremler; bizi öldürenin bina değil, kötü yönetim olduğunu gösterdi. Bunu neden mi söylüyorum? Tek tek anlatayım…
Erdoğan, 2002’de ülkeyi yönetmeye başladığından bu yana inşaat sektörü, kontrolsüz bir biçimde ülkenin en büyük endüstrisine dönüştü. Çünkü en hızlı rant yaratmanın yolu, yeni binalar yapmaktan geçiyordu. Ülkeyi yönetenler bilim insanlarının söylediklerine de kulak asmadı. Bilim insanları, son felakete yol açan fay hattının kırılmak üzere olduğunu bas bas bağırıyordu. Ülkenin en saygın jeologlarından Prof. Dr. Naci Görür, 2019’dan bu yana Güneydoğu’daki fay hattında bir enerji birikimi olduğunu, felaketin gelmesinin an meselesi olduğunu söylüyordu. Bu bölgenin yaşanacak depremden daha az etkilenmesi için hazırladığı eylem planını devletin her kademesine iletiyordu. Ancak sürekli reddediliyordu. Son yaşadığımız felaketten sadece 3 gün önce, meydana gelen bir başka küçük depremi yorumlarken, binlerce insanımızı öldüren fay hattı için bir kez daha “Endişe ediyoruz” uyarısı yapmıştı. Ancak ülkeyi yönetenler Naci Görür’ün ne uyarılarına ne de önerilerine kulak astı. Bu umursamazlığın faturası ağır oldu.
Bilimin sözünü dinlemeyenler, 1999 depreminden sonra çıkarılan derslerin tümünden sınıfta kaldı. Riskli yapılar belirlenecek, bunların bir kısmı ya güçlendirilecek ya da yıkılıp yeniden yapılacaktı. Kamunun tüm binalar, okullar, hastaneler, öğrenci yurtları yeni deprem yönetmeliğine göre inşa edilecekti. Pazartesi günkü felaketle, 24 yılda bir arpa boyu yol alamadığımızı gördük. 1999’dan önce yapılanlar da, yeni yasalara göre inşa edilen binalar da iskambil kâğıdı gibi çöktü. Devletin yeni yaptığı belediye binaları, hastaneler çöktü. Erdoğan’ın büyük bir gururla açtığı otoyollar ikiye bölündü. Bölgenin en büyük havalimanlarından biri kullanılamaz hale geldi. Neden mi? Çünkü bu havalimanı, bilim insanlarının uyarılarına rağmen tam da fay hattının üzerine inşa edilmişti. Üstelik bir gölü kurutup imara açtıkları bir bölgede…